Boğazkesen Üzerine
Boğazkesen, Nedim Gürsel’in genel tarih yazıcılığını post modern bir edebiyat kalıbının içine yerleştirerek yazmış olduğu bir kitaptır. Gürsel, bu kitapta olay örgüsü olarak 15.yüzyıl Osmanlı Devleti’nin İstanbul’un fethine yakın zamandaki sosyal ve idari yapısını 1980’lerin Türk vatandaşının gözünden vermeye çalışmış; bahsettiği dönemin hikâyelerini kendisinin hikâyeyi kurduğu zamanki günceleriyle vererek her bölümde okuyucuyu bir dış hikâyeyle bölümün olaylarına alıştırıp asıl anlatmak istediği hikaye olan iç hikayeye hazırlamıştır. Dış hikâyelerinde de mekan olarak İstanbul ve Edirne’yi kullanarak okuyucunun iç hikayede geçen olaylara yaklaşımını kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda yazar birçok imgeyi hikâyelerinin içinde gizleyerek okuyucuya çağrışımlarda bulunmuştur.
Kitabı iç hikâyelerindeki olaylarına göre altı bölüme ayırırsak: ilk bölüm Boğazkesen’in yapılışını, ikinci bölüm Venedik Kaptanı olan Antonio Rizzo’nun tutsak edilişini ve ölümünü, üçüncü bölüm Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa’nın sonunu, dördüncü bölüm İstanbul’un kuruluş efsanelerini, beşinci bölüm Fatih Sultan Mehmet’in kendi yaptırdığı külliyesindeki düşünce dünyasına dalışını ve kendisiyle yer hesaplaşmasını, altıncı bölüm ise İstanbul’un kuşatılması ve fethini anlatmıştır.
Birinci bölümde yazarın Rumeli Hisarı’nın ihtişamından etkilenip kitabını yazmaya başlaması Osmanlı’nın gücünden etkilenerek hakkında birçok rivayet-hikaye- ortaya çıkmasını çağrıştırmaktadır. Sultan Mehmet’in kayan yıldızdan Bizans’ın sonunun geldiğini anlaması yazarın kullandığı imgesel anlatıma örnektir. Bu bölümde Sultan Mehmet’in kimliği üzerine bilgiler verilmiştir. O, stratejik bir şekilde Bizans’ı gözlemleyebilmiş, Bizans’ın sonunun geleceği zamanı anlayabilmiş ve bu zamana yakın dönemde Fetih hareketi için en önemli noktaları–kitapta verilen Mihkail Manastırının kalıntılarının olduğu yeri- tespit edip kalenin oraya yapılmasına karar vermiştir. Aynı zamanda bu bölümde Sultan Mehmet’in İslam çevresindeki saygınlığı ve inançlı olması düşü aracılığıyla verilmiştir. Hz. Muhammed’in ona sancağı vermesi saygınlığını, onun kalenin inşaatını düşü gördüğü gecenin sabahında başlatması ise inançlı olduğunun göstergesidir.
İkinci bölümde Kaptan Antonio fetih döneminde Venediklilerin yaşamını imgeleyen karakterdir. Venediklilerin denizci kabiliyetlerinin yüksek olması, ticaret vb gibi koşullardan ötürü ekonomik rahatlığın oluşturduğu sosyal yaşamı kaptanın iki tutkusu olan deniz ve kadınlar göstermektedir. Bu bölümde gemiye fırlatılan güllelerin Venediklilerin hiç rastlamadığı türde hızlı ve büyük olması Osmanlı’nın askeri olarak fetihten önceki ilerlemelerini göstermektedir. Aynı zamanda merkezi otoritenin fethe yakın dönemde devletin Kostantiniye’ye –zayıflamakta olan Bizans’a- gidebilecek yardımları engellemek için yarattığı sıkı ve baskıcı yönetim Antonio’nun ölüm şekli –kazığa çakılma- ile imgelemiş, Antonio’nun ölüsünün denize karşı kazıkta bırakılması boğazdan geçebilecek diğer yardım gemilerine tehdit olarak bırakılmıştır.
Üçüncü bölümde yazarın dış hikayede kendini tamamen Boğazkesen’e kaptırmış olması Fatih’in İstanbul’u fethetmeden önce bütün dikkatini ve ilgisini Rumeli tarafına vermesini çağrıştırarak okuyucuyu bu dönemde Fatih ve Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa arasındaki sorunlarla karşılaşmaya hazırlamıştır. Bu bölümde Osmanlı yönetiminde devşirmelerin artışı ve bunun getireceği son Çandarlı’nın “Türkmenin ücü bu kadarmış demek, egemenliği buraya kadarmış. Bundan böyle devşirmelerle yürüyecek Osmanlı.”(Gürsel, 47) düşünceleri ile çağrıştırılmıştır. Fetih döneminde Sultan Mehmet’in ordunun bütün gücünü fetih için harcaması, fetih hareketindan sora Rumeli’de varlığın tehlikeye düşeceği düşüncesi Osmanlı’da duraklama dönemlerinin habercisi gibidir. Halil’in uyanınca kendini renk cümbüşü içinde bulması Fatih’in İstanbul’u fethetmesini, Bostancıların gelmesi ve Halil’i götürmesi duraklama dönemini, Halil’in zindana götürüldüğünde bambaşka bir dünya içinde olması Osmanlı’nın batıya açılmasıyla gerçekleşen olayları ve değişimleri, Halil’in ölümü ise Osmanlı’nın sonunu simgeler. Kısacası bu bölümde Halil’in hayatı üzerinden Osmanlı Devletinin geçirdiği dönemler verilmiştir.
Dördüncü bölümde İstanbul’un Anka kuşunun küllerinden doğması gibi her yıkılışında yeni medeniyetlere ev sahipliği yapması verilmiştir. İstanbul, tarih boyunca insana dert getiren bir yer olarak verilmiştir. (Yazarın Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 Yaş şiirinin sonunu İstanbul üzerine uyarlaması ile verilen bilgidir.) Osmanlı’nın İstanbul’u ele geçirdikten sonraki dönemlerde yaşadığı sorunlar da bu genellemenin içine katılabilir. Yazar İstanbul’un kuruluş hikâyelerini bu bölgenin fethedilme nedenleri olan coğrafi, kültürel –dini- , siyasi ve sosyal açılarıyla vermek amacıyla kullanmış, Fatih’in İstanbul’u fethetme nedenlerini bir nebze açıklamıştır; fakat her hikayede İstanbul üzerindeki medeniyetin başına gelenler Osmanlı’nın da bir sonunun olacağını çağrıştırmıştır.
Beşinci bölümde Fatih Sultan Mehmet’in kişisel özellikleri ele alınmıştır. Fatih, fetihten sonra gerçekleştirdiği başarının etkisiyle adının kalıcı olmasını ve inançlı bir insan olduğunu, saygınlığını göstermek istediği için adına bir camii inşa ettirmiştir. Başarısının etkisine kapılan Mehmet’in “İstanbul”dan önceki haline dönüşü, kendisini hatırlayışı verilmiştir. Bu kısımda kitap tarihi açısından kopup sosyal-edebi açısına yaklaşmaktadır. Bu bölümden okuyucunun çıkarabileceği düşüncelerden biri İstanbul’un kültürlerin –farklı toprakların- birleştiği bir yer olmasından ötürü yeni şeyler öğrenmeye, farklılığa ve bilginin verdiği güce aç olan Sultan Mehmet’in fethetmeyi amaçladığı bir yer olduğu düşüncesidir. Sultan Mehmet, Bizans toplumunun etkisi (Hıristiyan toplumun etkisi olarak da algılanabilir) ve Anadolu kültüründen kopuşun kendinde yarattığı değişikliklerden memnun değildir. Ayrıca İstanbul’un fethi ile Fatih’in sorumluluğunun artış Osmanlı’nın daha karmaşık, daha güçlü bir siyasi güç olduğunu gösteriyor.
Altıncı (son) bölüm İstanbul’un fethinin iki bakış açısından anlatıldığı bölümdür. Nicolo İstanbul’un fethini daha zorlu ve birçok başarısızlığın sırtından başarıya ulaşılan bir dönem olarak verirken diğer bakış açısına göre Fatih, fetih için biçilmiş kaftan, İstanbul’u zorluklarla karşılaşmadan fethedebilecek bir sultan olarak verilmiştir. Burada yazar farklı bakış açılarına göre tarih yazıcılığını kullanmıştır. Nicolo gayrimüslimin penceresinden yazdığı için gözlemlere dayalı bir anlatıda bulunurken diğer bakış açısı dini unsurları –Hz. Muhammed’in hadisi vb- içererek kendi ulusunun tarihi ile ilgili yazıcılık yapan bir tarihçinin tuttuğu dokümanlar gibidir.
Yazarın bu bölümden sonra kendi iç dünyasına dönmektedir. Yazarın Deniz Hanım’la geçirdiği zamanlara esir olması ve onu bir tutku haline getirmesi Sultan Mehmet’in İstanbul’u tutku haline getirmesi gibidir. Yazar kitabını yazmaktan alıkonmuş olurken Sultan Mehmet de bütün ilgisini İstanbul’a vererek Osmanlı bürokrasisinde dengesizlik yaratmıştır. Yazarın Deniz’le beraberken yazısını tamamlayamayacağına karar vermesi de Mehmet’in İstanbul’u aldıktan sonra kendi iç dünyasındaki memnuniyetsizliği ve geçmişteki haline –kendini etkileyen olaydan önceki haline- dönme isteği ile benzerdir.
Kitabın genelinde yazar olayları iki farklı eksenden anlatıp kendi yaşadıkları ile Sultan Mehmet’in yaşadıklarını ilişkilendirmiştir. Kitapta kullanılan dilin akıcı olması, iç ve dış hikâyeleri bir arada verilmesi, her ne kadar yazılan olay örüntülerinin yazarın kurgusu olduğunu bilinse de, okuyucunun yazarın tarihte yaşanan olayları sosyal bakış açısı ile verdiğini düşünmesine neden olmaktadır. Bu nedenle Boğazkesen, birebir tarih romanı değil; tarihi unsurlar içeren bir edebi romandır.