27 Temmuz 2011 Çarşamba

On the Origin of Photosynthesis

World without photosynthesis, which has no greenery, no humble algae, none of the things that are nourish leaf munching organisms.  The complex multicellular life is the direct reaction of early photo-synthesizers’ actions. The oxygen released by these organisms helped the creation of ozone layer and made Earth congenial for both water and land-dwellers. Photosynthesis is one of the biggest milestones of evolution by changing the planetary environment forever and by steering the researches to the ways to harnessing light’s energy, the clues that can be found in delving into DNA sequences.  When the earliest solar-powered bacteria are scrutinized it can be said that these bacteria relied on different ingredients such as hydrogen sulfide and the photosynthetic machinery became more sophisticated day by day. Even though the molecular vestiges of the early events that remain in living organisms are blurred, today’s scientists are trying to illuminate the duration of photosynthesis’s evolution.
How organisms turn CO2 and water into food? More than 100 organisms including chlorophyll team up to put light into work.  Plants and some organisms have the protein clusters photo-system I-II to use water as electron source. The electrical circuit starts with the light jump and it includes electrons flow from photosystems through protein channels to make ATP and NADPH, the energy-rich molecules which power the synthesis of the sugars that are needed.  Organisms use either oxygen or hydrogen sulfide as electron source. This difference of the e- source may be evolved through the duplication of genes, but no one knows for sure.
To find the evolutionary path of photosystems, scientist first worked on the purple bacterium and created bacteriachlorophyll. They were not able to create –evolve- a strong oxidizer as Photosystem II so the reaction center wasn’t able to split water but it was enough to oxidize less possessive molecules such as hydrogen peroxide.  The scientists agree on the fact that shortly after life originated, the nonoxygenic photosynthesis arose before the oxygenic one. The disputes revolve around when organisms shifted to oxygenic one.
The great oxidation events (GOE) and the first hints of oxygenic systems are found by the fossil records. These hints could push the origin back around 600 million years. By the researches on the cynobacteria, scientist found those 3.2 billion years ago, microbes were using water to produce energy. During the search for traces of RuBisCO, a key photosynthetic enzyme is found. By these searches scientists conclude that oxygen-making photosynthesis began at least 2.9 billion years ago. One thing is for certain, however: Without this innovation, Earth would look a lot like Mars.

Beyaz Gemi, Özet

Annesi ve babası tarafından çok küçük yaşlarda  terk edilen çocuk Karavul dağı yakınlarında, üzerinde üç hanenin bulunduğu San-Yaş Vadisi’nde dedesi Kıvrak Mümin, ninesi, eniştesi Orozkul, halası Bekey, tembel işçi Seydahmetle Gülcemalin kızları ve köpeği Beltek ile yaşamaktadır. Kendisini dere kıyısında dedesinin yaptığı gölette yüzerek, dedesinin dürbünüyle vadinin etrafını ve kasabayı izleyerek, şekillerinden ötürü “Deve, Kurt, Eyer ve Tank” isimlerini verdiği kayalarıyla konuşarak ve dedesinden masallar dinleyerek eğlendirmektedir. Bir gün Maşin-Mağaza denilen satıcı araba geldiğinde satıcının da ısrarı üzerine dedesi çocuğa bir okul çantası alır ve ertesi yıl çocuk okula başlar. Okul çok uzakta olmasına rağmen dedesi çocuğu her gün atıyla götürüp getirmektedir.
Çocuğun inandığı iki hikâyesinden biri kendi kafasında kurduğu, babasının Isık Göl’de kısa bir süre görünüp kaybolan beyaz geminin kaptanı olduğu, bir gün başı insan başı olan bir balığa dönüşüp beyaz gemiye kadar yüzdüğü ve babasıyla konuştuğu hikâyedir. Bu nedenle her akşam dağ başına çıkıp dürbünle beyaz gemiye bakar. Diğer hikâyesiyse “Boynuzlu Maral Ana” hikâyesidir. Enesay Nehri kıyısında yaşayan Kırgızlara komşularından biri saldırdığında Boynuzlu Maral Ana kabile halkından geriye kalan iki çocuğu kurtarıp San-Taş vadisine getirir. İnsanların zamanla maralları avlaması sonucunda Maral Ana vadiyi terk eder ama onları hala korur. Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan gelmektedirler.  
 Çocuk bir  gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen bir konvoyun peşine takılır. Çocuğu gören kamyon şoförü Kulubeg durur ve çocukla konuşup kendisinin de dedesi Mümin gibi Boynuzlu Maral Ana soyundan geldiğini söyler.
Dedesi, damadı korucubaşı Orozkul’un yanında çalışan, çalışkan, yardımsever ve ailesine bağlı bir insandır. Çevresindekiler ona herkesle anlaşabildiğinden Kıvrak Mümin derler. Şişman ve içkiye düşkün olan Orozkul çocuk sahibi olamayacağına üzülüp Bekey’i kısır olduğu için suçlar ve her akşam içip karısını döver. Sarhoş olunca yanındaki arkadaşlarına yazlık evlerinin inşaatında kullanmaları için birer tomruk sözü verir. Mümin dede ile Orozkul dağdan ağaç indirirken uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler; fakat onlarla ilgilenemezler. Tomruk çayda kayalara takılır. Dede, akşam vakti çocuğu okuldan almaya geç kalır. Yolda çocukla onu eve getirmekte olan öğretmenine rastlar ve öğretmenden özür diler. Dede küsen çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana’yı gördüğünü söyler.
Eve geldiklerinde Orozkul’u dede ondan izin almadan işi bırakıp gittiği için sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine döver. Çocuk evin bu durumuna üzülüp yatmaya gider. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar ve sabah olunca evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul’un arkadaşı Koketay tomruğu almak için gelir ama tomruk çayın içindedir. Dede Orozkul’un kendini affedeceği düşüncesiyle Orozkul, Koketay ve Seydahmetle tomruğu getirmeye gider. Tomruğu çıkarmaya çalışırken çayın karşısında birkaç tane maral görürler. Tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.
Çocuk o gün hastadır ve evde yatmaktadır. Akşamüzeri kahkaha sesleriyle uyanıp ve bahçeye çıktığında herkes neşe içinde ve sarhoş bulur. Et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamakta olan dedesinin yanına gidip seslenir; fakat dede duymaz. Avlunun dışındaki geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek’i ve elindeki baltayla Maral Ana’nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul’u görünce içeri kaçıp, yorganın altına girip ağlamaya başlar. Kulubeg’in gelip onu kurtaracağını hayal eder. Sofra içeri kurulduğunda çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler ve maralları görürler. Seydahmet onları vurmak ister ve maralların peşine düşer; ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip onu maralları vurursa Orozkul’un kendisini affedeceğine inandırır. Dede istemeyerek de olsa bir maralı vurur.
Çocuk bunları duyunca dışarı kaçar. Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür.      

10 Mart 2011 Perşembe

Sorumsuzluk Üzerine Ergen Bir Yazı

Sorumsuzluk Üzerine Ergen Bir Yazı

Geçen gün perşembe akşamına acil lazım diyerek okuldan birinden -özel hakka saygı, isim veremeyeceğim- 5 bilemedin 6 soruluk bir röportaj için randevu istedim. “Olur, çarşamba öğlen arasında gel” dedi, gittim. On dakika bekledim, yok. Dersin başlamasına beş dakika kaldı, yine yok. N'apayım, bıraktım derse gittim. Ders çıkışında gittim, yine yok. Akşam mesai bitiminde buldum, maille at soruları ben yanıtlarım dedi. Maille yazdım gönderdim. Yok oğlu yok… Suçlayamam da insanları, herkesin işi çok. Mecburen elimde yazacak konu olmadan günü perşembe ettim. Konu yok diyerek kendimi kandırıyormuşum meğersem. İşte konu: sorumsuzluklar ve bu sorumluluk. Bilinç akışı.

            Ben söyleşi yapma sorumluluğunu üzerime almasam, söyleşi yapacağım kişi sorumsuzluk yapmasa ne güzel olurdu değil mi? Mademki olmadı, yetişkinleri azıcık eleştirmek için bana bahane çıktı. Onlar değil mi bize hep “Şöyle ol.”, “Böyle ol.”, “Şunu şu güne yap.”, “Şuraya gecikme.” gibi bir sürü öğüt, bir sürü emir veren? İyi örnek olmaktan bahsederler bir de. İnanmıyorum ben böyle şeylere. Benim önümde iyi örnekler var mı var; ama buyurun kötüleri de var, hem de en bana öğüt vereninden. Seçmek kimin elinde? Benim, senin, onun, bizim. İrademiz var bir kere. İlla da yetişkin olacak değiliz ya. Ergeniz sonuçta, en önemlisi insanız da: arada kendimizi salmışsak ne olacak? Toparlanıveririz. En azından biz bahaneler üretmek gibi bir dertle uğraşmıyoruz. Yapmadıysak, ergen ergen kavgasını ederiz “Yapmıycam, vaktim yok, zaman az, fazla zor…” diye. Kavga ettik de olmadı mı? Beyin bedava, bir yolunu buluruz elbet. (Sabahın köründe kalkıp ödev yapanlar, gece 1’e kadar sınavlara çalışanlar parmak kaldırsın!) Biz sorumluluğumuzu biliyoruz arkadaş, bilmiyorsunuz diyorsanız da hemen açıklayayım: kimimiz biliyoruz ama yapmamayı seçiyoruz, bilmiyor sanılıyoruz.
Aslında siz biz ayrımı yok bu yazıda, içinde bir ergen yatan yetişkinler de var nitekim. Çabuk kızanlar, tersleyip trip atanlar da var. Ama onlar da “Sorumluluklarının bilincinde ol, işini zamanında yap” derken tam bir ebeveyn oluyorlar. Bana işi zamanında ver, ben de yapayım. Bana işi yapacak zaman ver, ben cidden yaparım. Bana ne yapacağımı düzgün anlat, yapmayan…
10.sınıf koridorlarından ergen bir ses:
            Çok iş var, zaman yok.
            Ben işi yaptım, değerlendirip de dönüt yapan yok.
            Herkesin işi var. Anlayış! Empati! Sorumluluk! Saygı! Can sıkıntısı…

10. Sınıf Koridoru
Aliye Bihter Günal

9 Mart 2011 Çarşamba

Notre Dame de Paris

NOTRE DAME DE PARIS
           
Notre Dame de Paris est un roman de Victor Hugo. Dans le 18 septembre 1998 à Paris, ce roman être une musicale. Victor Hugo écrit ce roman  mais dans la musicale il y a beaucoup de chansons. Luc Plamondon écrit les  paroles de chansons. Le compositeur de chansons est richard Cocciante. Nous regardons la distribution originale.
 Hélène Ségara est Esméralda. Esméralda est jeune. Elle a des yeux noirs. Des cheveux d’Esméralda sont marrons. Elle est très belle. Elle est brune. Elle est une bohémienne. Elle veut aller à Andalousie. Sa mère dit elle Andalousie est très belle et Andalousie est son pays d’origine. Esméralda veut connaitre l’amour.
Garou est Quasimodo. Quasimodo a des yeux noirs. Des cheveux de Quasimodo sont marrons foncé. Il est très long mais il est bossu. Il est laid et brun. Il n’a pas une famille. Il ne connait pas sa mère et son père. Le prêtre éduque Quasimodo. La maison de Quasimodo est La Cathédrale Notre Dame. Il habite dans cette cathédrale et il travaille ici.
Daniel Lavoie est Frollo. Frollo est le prêtre de la cathédrale. Il est beau et il est très dévot.
Bruno Pelletier est Gringoire. Gringoire est un poète. Il est très beau. Il explique le récit sur de Notre Dame.
Patrick Fiori est Phœbus. Phœbus est un commandant. Il a une fiancée qui s’appelle Fleur de Lys.
Jessica Grové est Fleur de Lys. Elle est très jeune. Elle a 18 ans. Fleur de Lys adore Phœbus.
Luck Mervil est Clopin. Clopin est le chef de bohémiennes. Il est comme un frère pour Esméralda.
Il y a vingt danseurs dans la musicale. Ils sont bohémiens aussi.
Il y a des remparts dans les entours de Paris. Il y a les antéchrists devant des remparts. Ils s’appellent bohémiennes. C’est l’âge de la Renaissance. La population ne compte pas sur les cathédrales. Dans la chanson “Le Temps Des Cathédrales” Gringoire dit ”Dans un nouveau millénaire” pour détermine l’âge de la Renaissance.
La musicale commence avec une chanson qui s’appelle “Ouverture”. Gringoire chante cette chanson. Les bohémiennes vont Notre Dame. Ils commencent vivre devant de la Cathédrale Notre Dame. Ils veulent asile de Notre Dame. Ils sont Les Sans Papiers.
 Esméralda danse chaque jour. Frollo voit Esméralda quand elle danse.  Frollo être amoureux à Esméralda. Esméralda est très jeune si elle ne sait pas sur la vie comme Clopin. Quand Esméralda a six ans sa mère morte. Clopin agrandit Esméralda. Esméralda est dans l'âge de l'amour et  Clopin veut Esméralda se ne scandalise pas à cause de l’amour.
             
            Il y a la fête des fous et Quasimodo est le pape des fous. Quasimodo voit Esméralda et il être amoureux à Esméralda. Frollo dit Quasimodo Esméralda est  une sorcière, une bohémienne et une chienne. Il pense à Esméralda marche dans le libertinage. Il dit Quasimodo apporte le bohémienne. Frollo et Quasimodo suivent Esméralda dans les ruelles. Esméralda marche dans la nuit. Les soldats de Phœbus excluent  Quasimodo. Phœbus vient et il se donne rendez-vous au Cabaret du Val d'Amour avec Esméralda mais Fleur de Lys adore Phœbus et Phœbus adore Fleur de Lys aussi. Ils sont fiance. Il y a un grand amour ensemble ils.

A la cour de miracles Esméralda se maire avec Gringoire parce que si Gringoire se ne maire pas avec une fille il morte. Clopin dit sa. Après Esméralda maire avec Gringoire, elle demande un question à Gringoire: “qu’est-ce que veux dire Phoebus? “ et Gringoire dit Phoebus est Soleil. Esméralda et Fleurs de Lys Chantent la chanson Beau comme le soleil parce que elles adorent Phoebus. Phoebus se divise entre deux femmes.
Quasimodo a soif. Il veut quelque chose à boire mais il ne peut pas boire parce que il a les punitions. Esméralda donne Quasimodo l’eau à boire. Frollo et Phoebus chantent une chanson pur Esméralda : « belle »
Cette nuit, Esméralda va à ses rendez-vous avec Phoebus. Frollo suit Esméralda et il  blesse Phoebus. Frollo utilise le poignard de Esméralda.
 Fleur de Lys déteste Esméralda. Elle pense a Esméralda est un Lucifer parce que elle blesse Phoebus et elle adore Phoebus. Phoebus penser sur Esméralda et Fleur de Lys. Il décide Il adore Fleur de Lys. Il veut retourne à Fleur de lys.
Gringoire, Quasimodo et Clopin ne trouvent pas Esméralda. Quasimodo demande Gringoire ou est Esméralda mais Gringoire ne sait pas. Ils ne trouvent pas elle, parce que Frollo veut juger Esmeralda. Il donne une punition à Esméralda :   le peine de mort”. Si Esméralda être la femme de Frollo elle ne mort pas. Esmeralda ne veut pas être la femme de Frollo et Frollo entreprend violer Esmeralda mais Quasimodo empêche Frollo. Frollo est triste parce que il fait un péché. Il pense a être amoureux est un péché aussi.
Quasimodo donne libres champs les bohémiennes et Clopin. Clopin bat Frollo et ils vont à une place sûr. Esmeralda dort ici. Elle adore Phoebus toujours. Quasimodo est très triste. Il sait Esmeralda adore Phoebus et il jalouse Phoebus. Il sait Esmeralda n’être pas sa femme.
Phoebus assemble ses soldats pour trouver Esmeralda. Ils sont à la place ou bohémiennes vivent. Un confit commence entre les soldats et les bohémiennes. Les bohémiennes sont très courageux mais Clopin se blesse. Esmeralda vient et elle commence parler avec Clopin. Clopin dit Esmeralda est le leader des bohémiennes. Esmeralda être le leader nouveau. Apres Clopin mort, les soldats de Phoebus grippent Esmeralda. Phoebus donne le nouveau leader des bohémiennes, Esmeralda le peine de mort. Il dit il chasse les bohémiennes de Notre Dame.
            Quasimodo trouver Esmeralda dans Notre Dame mais il ne trouve pas. Il demande Frollo ou est elle. Quand Esmeralda paye sa dette à la société, Frollo dit qu’est-ce que il fait a Esmeralda. Esmeralda mort et Quasimodo prends le corps mort de Esmeralda. Il fait une promesse. Il reste un copain d’Esmeralda toujours.


Bugüne evet demek...

BUGÜNE EVET DEMEK

Geçmiş, günümüz ve gelecek... Her ne kadar farklı kavramlarmış gibi görünseler de hayat denen bu süreç içinde hepsi bir bütünler. Geçmişimizi görüyor, şu anı yaşıyor, geleceği tasarlıyoruz. Kimimiz geçmişi görüp ders alıyor, kimimizse geçmişte yaşadıklarına saplanıp kalıyor. Bir kısmımız şu anı doyasıya yaşarken bir kısmımız geçmişi de yaşıyor; bir kısmımız ise gelecek için şu anın değerini farkına bile varamadan akıntıya karşı kürek çekiyor. Gelecek için bile olsa yaşadığın günün ne kadar değerli olduğunu ve her günün birbirinden farklı olduğunu, her yeni günle yeni bir kelebek hayatına gözlerimizi açtığımızı hissedememek... Sizin için ne ifade eder bilemiyorum; ama bana çok garip geliyor. İnsanların bunalımlarla dolu olduğu, gelecekten korktuğu şu günlerde geçmişe saplanmak ve zaten yoğun işler altında tekdüzeleşen hayatımızı tamamen hareketsiz kılmak değil midir?

“Yes Man” diye bir film vardır. Ana karakter başarısız bir evlilik ve hemen ardından gelen ayrılıkla özgüvenini yitirip sosyal hayattan soğumaya başlamış, kendini sadece çalıştığı işte yükselmeye adamıştır. Başarısızlığının ardından hiç kimseyle beraber olmamıştır. Düşüncelerinden ve geçmişinden kaçmak için kendini işlerine odaklamış ve giderek kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi içine kapanmıştır. Sosyal hayattan uzaklaşmasının tek nedeni geçmişe saplanıp, gelecekte aynı olayları yaşamaktan korktuğu için karşısına çıkan fırsatlara hep “hayır” demesidir. Geçmişin etkisini üstünden atamadığı için yeni bir hayat rotası çizemediğini fark edip “Evet” diye bir seminere gider ve hayatı değişir. Geçmişi değiştirmeye, ona saplanıp kalmak yerine yeni insanlarla tanışmaya “Evet” demeye başlar. Durgun olan hayatı birden hareketlenir ve rengârenk bir tablo oluşur.

Geleceğe ve günümüzü yaşamaya; geçmişin koyduğu engelleri yıkmaya evet demek... Nur İçözü’nün Dönemeç’indeki Melih karakteri gibi. Geçmişi sadece ders alıp hayatını daha ileri bir noktaya götürmek için kullanmak kadar akıllıca bir hareket var mıdır? Geçmişten tamamen kopun demiyorum ki... Geçmişle her zaman bir bağınız olsun ki ona bakıp aynı hataları tekrarlamayın. Sadece etkisinde kalıp bu günün güzelliklerinin önüne perde çekmeyin diyorum.

Önümüzdeki fırsatlara neden “Hayır” deriz ki? Yenilikler neden korkutur bizi? Neden hep bulunduğumuz konumu korumaya çalışırız? Dönebileceğimiz en düşük nokta başladığımız noktadır ve o noktayı bu güne taşıyan ve tekrar taşıyabilecek olan da biziz. Geçmişi tekrarlamaktan korkmak yerine bu günün o bomboş tuvaline elimizde bir paletle yepyeni yüzler çizsek ve her renk yeni bir hareket, yeni bir başlangıç olsa, her tuval geçmişin üstüne örtülen bembeyaz bir perde olsa... Hayal…

Geçmişimiz siyah beyaz, geleceğimiz bembeyaz, yaşadığımız her gün rengârenk olsun...


PARTİZAN

 İsmet ÖZEL ve şiirlerinde kullandığı imgesel anlatımın incelenmesi.

PARTİZAN

Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış ne infilâk
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kâğıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
—Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.

Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.


Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
Radyodan silâh sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.

Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan.


                                                                                                     İsmet Özel – Erbain
           
İMGELERİYLE İSMET ÖZEL

            Nietzsche’ye göre hakikati aramak ormanda ilaç olarak kullanılan bir otu aramaktan farklıdır; ilaç, arayanın kendisi için aranır, oysa hakikat kimsenin işine yarayacak bir şey, bir avuntu değildir.[1]  Turgut Uyar ve onun edebi mirasçısı İsmet Özel için de sahicilik (hakikati aramak), “sahte olmamak” şiirin ve şiirdeki duygunun merkezindedir. Şiirin en önemli yapıtaşı olan imge, şiirdeki duyguyu, insan duygusallığını, özüne uygun olarak uyaran ve onu harekete geçiren bir duygu zembereğidir.[2] 
                                    İsmet Özel’i, İsmet Özel’in şiir anlayışını yaratan 1960’larda dünyanın ve 1970’lerde Türkiye’nin içinde bulunduğu konumdur. Özel, İkinci Yeni akımı ve içinde bulunduğu konumun etkisiyle şiirlerinde imgeleri yoğun olarak kullanan şairlerimizdendir. Genellikle şiirlerinde imgelerini diğer mısralarla açıklar. İmge kullanımındaki temel amaç siirlerinde belli bir anlam yoğunluğu ve armoni yaratmaktır.
Partizan şiirinin, toplumsal duyarlığın ilk örneği olması ve siyasî disiplin ve görüşlerin şiir içinde hazmedilmeye çalışılmasının yarattığı sıkıntıyı yansıtması açısından, Özel’in şiir serüveninde önemli bir yeri vardır. 1965 yılında yazılan bu şiirle, önceki şiir evresinden bazı özellikleriyle bıçakla kesilmiş izlenimini veren ikinci şiir evresine geçen Özel’in, şiir noktasında büyük bir değişim yaşadığı söylenemez. Anlatımında imgeye yaslanan, gür ve güçlü anlatımını muhafaza eden Özel’in şiirlerinde değişen şeyi varoluşundan sorunlu bir “ergen” şairden, yaşadığından sorumlu bir entellektüel şaire geçiş” olarak ifade etmek mümkündür. *
Şiirin yazıldığı dönemin siyasi olaylarına kısaca değinirsek Adalet Partisi'nin yüzde ellinin üzerinde oy olarak tek başına iktidara geldiği ve Demirel'in siyaset sahnesine çıktığı, ağır seçim yenilgisinden sonra CHP'nin, ortanın solunda olduğunu ilân ettiği, yıllar sonra güçlü olarak tezahür edecek sendika ve öğrenci hareketlerinin ilk kıvılcımlarının ortaya çıktığı, en azından Türkiye özelinde politik olarak anlam düzeyi yüksek olan yıl olduğunu söyleyebiliriz. 1965 yılı ve döneminin olayları doğrultusunda şiirde bir baş kaldırma teması imgelerde kendini göstermeye başlıyor.

            İsmet Özel’in içinde bir “ergen cesedi”nin oradan oraya savrulduğu, “Partizan” adlı şiiri
Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dizelerinde beliretildiği üzere bir küfrün bastırılmasıyla başlar.
Ergen kelimesinin kullanılmasındaki amaç “koynunda çaresiz, çıplak” dizelerinde kendini gösteren ergenlik çağındaki bedenselliği, o çağdaki “isyan işaretleri” ve “korku ve cüzam”dizelerinden çıkarılabildiği üzre korkuyu ve isyanı vurgulamaktır.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir mısralarıyla şehir gittikçe kişinin üstüne gelen, onu açmazlara sürükleyen bir durumu belirtmek için kullanılmıştır.
            Şair iki kez yavrum ifadesiyle sevdiğine seslenişte bulunuyor; fakat bu seslenişin ardından tekrar öfkesini gırtlağında büyüyen harfle belirtiyor:
                                                                                                                            
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
-Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.
(...)
Umudun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
Bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

 Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
            Güvercin barışı simgeler; fakat bu dizelerde şairin yüreğinden düşen sarp bir güvercin yitirilen ergeni yani şairin hayatını simgeliyor ve şair yok oluşuna da buna dayanmalıyım diyerek baş kaldırıyor. Sabahın kuşluk vakti derken şair günün ilk ışıklarının göründüğü erken saatleri belirtiyor, bu erken saatlerin bilinmeyen, görülmeyen saatler olduğuna dikkat çekerek yitirilen ergenler gibi habersiz ölen bir partizan gibi ölmeliyim diyerek baş kaldırışına devam ediyor.

Sehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
            İlk dizede şair şehre ayak uydurduğunda, onun şarkısını söylediğinde sesinin sadece yiğit bir kımıltı olduğundan, bunun ona korku getirdiğinden söz ediyor.

büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
İsmet Özel, şiirinde sadece ergen cesetlerine değil, o ergen cesetleri gibi yaşayanlara, ötekilere, herkeslere de yere vermiştir. Her yerde olan o herkeslerin bir şuçları olmadığını, yalnız o herkeslerin kendilerine akarak ,  kendi denizlerinde yüzerken yaşamlarının derinlerine indiklerinde sorunlarıyla boğulduklarını belirtmiştir.

Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
Şair, daha önce kullandığı beyaz güvercin imgesini bereketli kuşlar imgesiyle pekiştirmektedir.Üçüncü dizede şair, var olan ölümlerden, cinayetlerden söz etmekte, bir ergen olan kendinin bir partizan gibi ölmesini de bir cinayete benzetmektedir. Ayrıca son mısrada şiirde baskın olan duyguya, baş kaldırışına devam etmektedir.

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
            Kanırtmak sözcüğü zorlamak anlamına gelir. Şairin kanımdaki çivi imgesiyle belirtmek istediğini özgürlüğü olarak kabul edersek, bir çeteci olarak belirttiği üstünde zor kullanan insanların ona zarar vererek özgürlüğünü elinden almaya çalıştıklarından, kendini sonsuz bir maviliğin zorladığınıdan ve bunlara dayanamayacağından bahsediyor.

 Radyodan silâh sesleri geliyor
ter kokusu geliyor,
(...)
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
Şair, radyodan gelen seslerle şiddetin, kargaşanın içinde bir yaşam sürdüğünü, bu seslerin olmadık sesler olduğunu söyleyerek bunların hayatı olanaksızlaştırdığını belirtiyor.
Ergen ölülerinin kendine verdiği acıyı beynindeki korkunç bir vida olarak betimleyen şairin ergen ölümlerini korkunç olarak nitelendirmesinin, şiirin yazıldığı dönemde gençlik hareketlerinin yeni başladığını göz önüne getirirsek yerinde bir davranış olduğunu görebiliriz.

artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
            Rahle medreselerde kitap okunurken kullanılan katlanabilir masalardır. Şair elini rahleden ayırmak derken kendine boyunbağı olarak gördüğü eski eğitim sisteminden tamamen kopmaktan, şehrin yırtık uğultusundan kurtulmaktan bahsetmiştir.

gök
şarlayarak devrilse ardımdan
(...)
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan.
            Şair daha önce kullandığı mavilik imgesini gök imgesiyle pekiştirmekte, kendini kanırtanların olaylarla yok olması hakkındaki dileklerini dile getirmektedir. Daha sonraki mısralarda şair, kendini ergenler olarak görmekte, herkeslerin akıp gittiği o denizlerin yani diğerlerinin hayatlarının gençlerin hareketlerine bağlı olduğunu belirtmektedir.

 -ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
            İsmet Özel’e göre parçalanmak tercih edilebilir bir seçenek değildir. [1]  Ergen cesetlerindeki parçalanma, şairin çeteciler olarak belirttiği kişiler tarafından, partizanlara uygulanan parçalanmadır. Şair ölürse ergenlerin üstü kanla örtülmeye çalışılan yenilikçi, serin düşünceleriyle ölmüş olmayı dilemektedir.

sonra aşk, sonra dirlik: partizan
Son dizede şair, ergenlerin dirliklerini, duygularını belirtmiş, şiir boyunca öldükten sonra öyle anılmayı dilediği “partizan” simgesinin hislerini açıklamıştır.

Partizan gibi ölmek... Her zaman düşündüklerini savunarak ölmek....Sonuna kadara görüşlerinin doğrultusunda hareket etmek... İsmet Özel’in anlatmak istediği de bu değil mi? Bir ergenin her zaman görüşlerini rahatça dile getirmesi gerekmez mi? Şairin poetikasından da anlaşılabileceği üzre “Bir şair gerçek parıltıyı ancak hazır düşünme kalıplarını parçaladığı zaman ele geçirebilir.[2]  ve İsmet Özel gerçekçi anlatımıyla gençleri kendilerini serbestçe ifade etmeye teşvik etmektedir. Şiirinde yoğun olarak kullandığı isyan duygusunun ve ergen cesedinin oradan oraya savrulmasının en önemli nedeni de budur.


[1]Akın, Enis. “İsmet Özel Şiirinde Parçalanma”.Yasak Meyve. Sayı 5. Aralık, 2003
[2] Özel, İsmet .”Gelenekçilik ve İlericilik” . http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/ismet ozel.htm


KAYNAKÇA
1 Akın, Enis. “İsmet Özel Şiirinde Parçalanma”.Yasak Meyve. Sayı 5. Aralık, 2003
2  Özel, İsmet .”Gelenekçilik ve İlericilik” . http://www.siirpenceresi.com/ poetikmetinler/ ismet ozel.htm
İsmet Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine. http://www.ismetozel.org/ site/modules.php?name=News&file=article&sid=150
 4 Özel, İsmet.”Erbain”. İstanbul: Şule Yayınları, 2001
 5 “İkinci Yeni”. Ana Britannica Ansiklopedisi. İstanbul:Ana Yayıncılık. Cilt 11 (1988): 499-450
 Öner, Kemal.Resimlerle Yazarlar ve Şairler Sözlüğü. İstanbul: İnkılap Yayınevi, 1999

20 Şubat 2011 Pazar

Tinkerbelle

 Tinkerbelle
I want to see the sky,
With all of its colors.
I want to say a word to the clouds
To send them back to the place where they have come.
I want to feel the wind,
The sun and the perfumes of the flowers…
I don’t want to see these rain clouds,
Around our heads or above our houses.
That is luck, which makes me happiest,
And that is faith, that makes me saddest.
I want to scream a name to everything that I can feel:
“Tinkerbelle” 
The fairy that allows us laughs or cries…
Keep her name in your minds,
‘Cause she will come and keep you alive.

Darkness Comes Bigger

DARKNESS COMES BIGGER

The world is turning around you,
The stars are coming closer,
Everything is becoming bitter too,
And now, the darkness is bigger.

You look somewhere to hide,
These times is for hide and seek if you are a hunter,
Nobody is on your side,
And now, the darkness is bigger.

You hide somewhere to not show you face,
You see something on your table which seems like a mixture,
When you touched it you become blind due to this mace,
And now, the darkness is bigger.

You felt guilty and I can see that your face blushes,
You feel like you are cancer,
I will scrape your name to the list of criminals on the ashes,
And now, the darkness is bigger,
Bigger like your eyes and bigger than your thoughts.

The last escape from Institution

The last escape from Institution
USA – ABG Daily News
Monday, May 10, 2010

Last day a patient from State Mental Institution, a man called R.P McMurphy, escaped with eight patients from the Institution. The Institution expressed that the names of the escaped patients were Mr. Cheswick, Mr. Taber, Mr. Fredrickson, Mr. Scanlon, Mr. Harding, Mr. Bibbit, Mr. Martini and Mr.Sefelt.  R.P McMurphy sequestrated the bus of trip which belongs to the Institution and he also sequestrated a boat from seaside. He also invited a woman named Candy for the boat trip that he had spontaneously arranged.

As most of us know, this is the week of soccer games. We have learned from Ms.Ratched that, the head nurse of Institution, R.P McMurphy suggested to change the daily program during the soccer games.

“He suggested changing the work of the night to watch the ball game and I said that what he was asking is to change a very carefully worked out schedule. Some man in here took a long long time to get used to this schedule. If we change it know they might find it very disturbing. He mentioned he wasn’t interested in the schedule. In fact, he became angry. The next day we voted again on this topic and in the voting time he couldn’t collect enough votes.” Ms.Ratched said.
               
The patients described that after the second objection, he sat facing the television and he acted like there was a game on the screen, however, there wasn’t a game and with this behavior he affected the patients. After all the patients acted like there was a game. When we talked with the patients about the reason behind R.P McMurphy escaped them and the answer was reaction for the refused suggestion.
               
How this unusual incident happened? According to the workers of SMI (State Mental Institution), R.P McMurphy and Chief were close to each other. McMurphy climbed the shoulders of Chief at the basketball area and he jumped to the inner garden, the path of outside door, and he entered the travel bus for the allowed patients. When all the patients came to the bus, he ran the engine and he drove outside.
               
Candy she explained that they went to seaside and they introduce themselves as professors of SMI. With this they used a rent boat to put out the sea without paying money. While they were on the sea R.P McMurphy tried to teach fishing to patients. They angled two big fishes and they turned back to the institution.

“I asked them whether all of them were crazy and they nodded me. I felt nervous but wasn’t afraid. It was as strange as being the only woman in a ward full of man in a prison.” Candy expressed her feelings.

The patients are under punishment now. They came back to their routine lives and McMurphy’s situation is under decision.